
19. yüzyılın ünlü bir Alman filozofu olan Arthur Schopenhauer, insan iradesinin bitmeyen ve doyumsuz bir zevk arzusu ve acıdan kaçınma tarafından yönlendirildiği inancına sahipti. Bireyler, zevk ve mutluluğa ulaşmanın bir yolu olarak aşkı gördüklerinden, özellikle romantik ilişkilerin bu temel insan arzusunun somutlaşmış bir hali olduğuna inanıyordu. Bununla birlikte Schopenhauer, bu aralıksız zevk ve mutluluk arayışının doğası gereği ulaşılamaz olduğuna ve gerçek huzurun ancak iradeden vazgeçilerek elde edilebileceğine de inanıyordu.
Romantik ilişkilerle ilgili olarak Schopenhauer, duyguların kararsız ve kaprisli doğası üzerine inşa edildikleri için muhtemelen bunların gelip geçici ve yanıltıcı olduğunu iddia edecektir. Gerçek aşk ve arkadaşlığın ancak bireysel benliğin arzularının aşılmasıyla elde edilebileceğini savunurdu. Ek olarak Schopenhauer, aşkın sevgiliyi nesneleştirdiği ve onu kendi mutluluğu için yalnızca bir araca indirgediği için romantik aşkın bir nesneleştirme biçimi olduğunu iddia edebilirdi.
Sonuç olarak, Schopenhauer'ın romantik ilişkilere bakış açısı şüpheciliktir, çünkü onları harekete geçiren arzuların nihai olarak yerine getirilemez olduğuna ve gerçek mutluluğun ancak iradenin reddedilmesiyle bulunabileceğine inanmaktadır. Gerçek aşk ve arkadaşlığın ancak bireysel benliğin arzularını aşarak elde edilebileceğini ve romantik aşkın bir yanılsama, bir nesneleştirme biçimi olduğunu iddia ederdi.